Tarih, bize anlatıldığı gibi tarafsız bir gerçekler bütünü müdür, yoksa gücü elinde tutanların yazdığı bir hikaye mi? Siyaset bilimci Karabekir Akkoyunlu, popüler bir Hollywood filminden yola çıkarak hafızamızın ne kadar kolay şekillendirilebildiğini ve kendi hikayemizi yazmanın neden hayati önem taşıdığını sarsıcı örneklerle gözler önüne seriyor.
Rambo Afganistan’da: Bir Film Karesiyle Değişen Tarih
Çoğumuzun bildiği Rambo serisinin üçüncü filmi, hafızanın nasıl manipüle edilebileceğine dair mükemmel bir örnektir.
- 1988’de: Film, Sovyet işgaline karşı savaşan Afgan mücahitlerini “onurlu, cesur özgürlük savaşçıları” olarak resmediyordu. Filmin sonunda ise şu ithaf yer alıyordu: “Bu film Afganistan’ın Cesur Mücahit savaşçılarına adanmıştır.”
- 2001’den Sonra: 11 Eylül saldırılarının ardından aynı mücahitler artık “terörist” olarak anılmaya başlandı. Filmin piyasaya sürülen yeni DVD versiyonunda küçük ama anlamlı bir değişiklik yapıldı. İthaf yazısı şuydu: “Bu film Afganistan’ın Yiğit halkına adanmıştır.”
Tek bir cümleyle, bir grubun sadece bugünü değil, geçmişteki kimliği de silinip yeniden yazılmıştı. Bu basit örnek, “iyi” ile “kötü”nün ne kadar politik ve değişken kavramlar olduğunu gösteriyor.
Unutmak İçin Anlatılan Hikayeler: Hafıza Nasıl Şekillendiriliyor?
Tıpkı bireysel hafızamız gibi, toplumsal hafıza da güvenilmez ve kaygandır. Her nesil, kendine aktarılan hikayeyi kendi şartlarına göre yeniden yorumlar ve değiştirir. Önemli olan, bu hikayeyi kimin yazdığıdır.
Tarih boyunca hikayeleri iki ana grup anlattı:
- Saraylar ve İmparatorluklar: Hükümdarlar, kendi zaferlerini ve fetihlerini “resmi tarih” olarak kayda geçirdiler. Bu, her zaman kazananın hikayesiydi.
- Halk Ozanları ve Dengbejler: Sarayın dışında kalanlar, ezilenler ve yok edilenler ise kendi hikayelerini masallar, türküler ve ağıtlarla nesilden nesile aktardılar. Bu da yeryüzünün gökyüzüne karşı direnişinin hikayesiydi.
Bu dengeyi bozan en büyük darbe, ulus-devletleşme süreci oldu. Ulus devletler, farklılıklara tahammül edemedi ve tek tip, homojen bir ulusal kimlik yaratmak için eski hikayeleri unutturmaya, hatta kültürel soykırımlar yapmaya başladı. Gabriel Garcia Marquez’in “Yüzyıllık Yalnızlık” romanındaki muz işçileri katliamının devlet tarafından tamamen inkar edilmesi ve tek tanığın “deli” ilan edilmesi, bu unutturma politikasının en edebi anlatımıdır.
Yeni Ozanlara İhtiyacımız Var: Kendi Hikayemizi Yazmak
Bugün bilgiye ulaşmak çok daha kolay olmasına rağmen, hala bize anlatılan basit, çirkin ve bizi birbirimize düşüren hikayelerin etkisi altındayız. Geçmişin iyileşmemiş yaraları, toplu mezarlar ve yakılan köyler, bilinçaltımızda kabuslar olarak geri dönüyor.
Peki, ne yapmalı? Akkoyunlu’ya göre çözüm, yeni rambolar değil. Çözüm, bize ortak insanlık mirasımızı ve unutturulanları yeniden hatırlatacak modern zaman ozanlarıdır.
- Yazarlar,
- Sanatçılar,
- Sinemacılar,
- Modern Homeros’lar, Yaşar Kemal’ler…
Onların anlatacağı yeni ve daha kapsayıcı hikayelere ve bu hikayeleri gönül gözüyle dinleyecek insanlara ihtiyacımız var. Çünkü Latin Amerikalı yazar Eduardo Galeano’nun dediği gibi: “Biz, aslında bize anlatılandan çok daha fazlasıyız. Ve çok daha güzeliz.”