Hayat, bazen bir masal gibidir. İçinde hüzün ve sevincin yan yana durduğu, gerçeküstü öykülerle dolu, ama aynı zamanda en samimi hakikatleri barındıran bir masal. Hayatı bir masal gibi yaşadığınızda, tek bir geçmişiniz ya da geleceğiniz olmaz; anlarınız ve tercihlerinizle şekillenen mümkün geçmişleriniz ve mümkün gelecekleriniz olur. Bu, korkmadan, hayallerinizden yana tercihler yapma cesaretidir.
Bir Fotoğraf Karesi ve Uzak Anılar
Her şey, Antarktika’da, bir yelkenlinin güvertesinde başladı. Binlerce kilometre uzakta, yedi denizden gelen mürettebatla birlikteyken aklıma Kavafis’in o meşhur şiiri geldi: “Yeni ülkeler bulamayacaksın, başka denizler bulamayacaksın. Bu kent peşini bırakmayacak.” O an anladım ki, nereye gidersem gideyim, İstanbul hep benimleydi.
O gece, buz dağlarının gri-mavi ışıkları altında, defterimin arasındaki sararmış bir fotoğraf karesi beni yıllar öncesine, İstanbul’a, Çiçek Pasajı’na götürdü. Fotoğrafta Madam Anahit vardı.
Meyhane Adabı ve Madam Anahit
İstanbul’daki gençlik yıllarım, tıbbiyede öğrenciyken Çiçek Pasajı’ndaki Cavit’in Yeri’nde geçti. Babam bana orada meyhane adabını öğretmişti: Nasıl oturulur, nasıl içilir ve daha da önemlisi, meyhanenin sadece içki içilen bir yer değil, aynı zamanda sohbet edilen, edebiyat ve şiir konuşulan bir mekan olduğunu.
Madam Anahit ile o yıllarda tanıştık. O, akordeonuyla meyhaneler arasında bir kambur balina zarafetiyle süzülen, her masaya “Papatya Gibisin Beyaz ve İnce”yi çalarak yaklaşan muhteşem bir kadındı.
- Bir Dostluğun Başlangıcı: Zamanla tek başıma gitmeye başladım. Bir köşede oturur, saatlerce okurdum. Madam Anahit kapıdan girdiğinde beni görür ve yanıma gelirdi. Herkesle içmezdi ama benimle içerdi.
- Ortak Şarkımız “Mazi”: Beni her gördüğünde ve mekandan ayrılırken mutlaka “Mazi” şarkısını çalardı. O şarkı, ikimizin de ortak hikayesi gibiydi. Birlikte söylerdik: “Mazi kalbimde bir yaradır, bahtım saçlarından karadır…”
Bu anılar, benim mümkün geçmişlerimin en değerli parçalarıydı. O meyhane masalarında hem beyin cerrahisi makaleleri okudum hem de Latin Amerika edebiyatının büyülü dünyasında kayboldum. Hayatı her yönüyle yaşamak, jilet gibi bir şehirle gece yarıları sevişmek bize çok yakışıyordu.
Masalın Gerçeğe Dönüştüğü An
Yıllar sonra, Antarktika’daki o gece, bir fotoğraf karesiyle tüm bu anılar canlandı. Kavafis’in dediği gibi, başka bir kent bulamamıştım, İstanbul peşimi bırakmamıştı.
Biz bu kenti çok sevdik.
- Kaldırım taşlarını okşayarak büyüdük.
- Meyhanelerinde tangolar söyledik.
- Sokaklarında sırılsıklam aşık olduk.
- Meydanlarında fena halde terk edildik.
Ve sonra, masal gerçek oldu. Bangır bangır “Mazi” çalarken, bir ağır poyrazda, tangodaki o kız, maziden çıkıp yanıma geldi. El ele tutuştuk, bembeyaz yelkenlerimizi açtık ve İstanbul mavi patiskadan elbisesini giyip bizimle sabahlara kadar dans etti.
Hayatı bir masal gibi yaşamak, işte tam da budur. Geçmişin hüzünlerini ve sevinçlerini bugünün mutluluğuna dönüştürebilme sanatıdır.