Bir projeye başlarken, bir kariyere adım atarken ya da hayatımızda bir karar alırken genellikle ilk sorduğumuz soru “Ne?” olur. “Ne yapacağım?”, “Hangi işe gireceğim?”, “Hangi ürünü geliştireceğim?”. Kerem Alper ve Engin Ayaz, bu yaklaşımın bizi nasıl tuzağa düşürdüğünü anlatıyor ve odağımızı değiştirmemizi öneriyor. Asıl sormamız gereken soru “Ne?” değil, “Neden?”. Çünkü bir işin ruhunu, manifestosunu ve kalıcılığını belirleyen şey, ne olduğu değil, neden yapıldığıdır.
El Feneri mi, Işık mı? Önemli Olan Araç Değil, Amaçtır
Konuşmanın başında “el feneri” temasından yola çıkılıyor ama hemen bir düzeltme yapılıyor: Asıl konu el feneri değil, onun varoluş sebebi olan ışıktır. El feneri sadece bir araçtır. Dün meşaleydi, bugün ampul, yarın belki başka bir şey olacak. Araçlar sürekli değişir ve gelişir, ancak amaç, yani “ışık verme” ihtiyacı hep aynı kalır.
Bu metafor, hayattaki her girişim için geçerlidir. Eğer kendinizi yaptığınız “şey” (araç) ile tanımlarsanız, o araç geçerliliğini yitirdiğinde siz de yok olursunuz. Önemli olan, o aracı kullanma nedeninizdir, yani manifestonuzdur.
Kodak Neden Başarısız Oldu? “Ne” Sorusuna Takılıp Kalmak
Bu felsefeyi anlamak için en çarpıcı örneklerden biri Kodak’tır. Kodak, yıllarca kendini dünyanın en iyi film üreticisi olarak tanımladı. Bütün kimliğini, motivasyonunu ve hikayesini “film” (Ne?) üzerine kurdu.
Peki, dijital teknoloji gelip film ortadan kalkınca ne oldu? Kodak da yok oldu.
Eğer Kodak, kendini “Ne?” sorusuyla değil de “Neden?” sorusuyla tanımlasaydı, hikaye çok farklı olabilirdi. Eğer manifestoları “Biz en iyi filmi üretiriz” yerine “Biz insanların özel anlarını ölümsüzleştirmelerine ve paylaşmalarına yardımcı oluruz” olsaydı, bugün bambaşka bir konumda olabilirlerdi. Çünkü bu “Neden”, dün filmle, bugün dijital kameralarla, yarın belki de bambaşka bir teknolojiyle gerçekleştirilebilirdi.
Güney Amerika Macerası: Zirveye Çıkmamak Nasıl Başarı Oldu?
Bu “Neden” felsefesinin kişisel hayattaki yansımasını, konuşmacıların Güney Amerika seyahati hikayesinde görüyoruz. 6 ay süren bu yolculukta amaçları, belirli bir rotayı tamamlamak ya da belirli yerleri görmek değildi. Amaç, yani “Neden”, seyahatin kendisiydi; bilinmezliğin içinde yol almak, kendini zorlamak ve yeni kültürler tanımaktı.
Bu yolculuk sırasında Ekvador’da 5900 metrelik bir dağa tırmanmaya karar verirler. Zirveye sadece 100 metre kala, çığ tehlikesi ve kötüleşen hava koşulları nedeniyle geri dönmek zorunda kalırlar.
- “Ne?” odaklı bir bakış açısıyla bu bir başarısızlıktır. Çünkü zirveye ulaşılamamıştır.
- “Neden?” odaklı bir bakış açısıyla ise bu bir başarıdır. Çünkü amaç zirveye çıkmak değil, o yolculuğu yaşamaktı. Geri dönme kararı, bu yolculuğun en öğretici anlarından biri olmuştur.
Atölye İstanbul’un Felsefesi: “Neden” Üzerine Kurulu Bir Platform
Konuşmacılar, kendi girişimleri olan Atölye İstanbul’u da bu “Neden” felsefesi üzerine kurmuşlar. “Hangi alanda bir açık var?” diye sormak yerine, “Bizi ne motive ediyor?” sorusuyla yola çıkmışlar. Bu sorunun cevabı, onların manifestosunu oluşturmuş:
- Disiplinlerarası İşbirliği: Günümüzün karmaşık sorunları, tek bir düşünce yapısıyla çözülemez. Farklı uzmanlıkların (tasarımcı, yazılımcı, zanaatkar, yazar) bir araya gelmesi gerekir.
- Girişimci Tasarım: Tasarımı sadece gelen bir talebi karşılamak olarak değil, kendi hayallerini ve fikirlerini hayata geçiren bir girişim olarak görmek.
- Uzun Vadeli Değer Yaratma: Anlık başarılar yerine, kalıcı ve anlamlı projeler üretmek.
Bu “Neden” manifestosu sabit kaldığı sürece, ortaya çıkan projelerin (“Ne?”) çok farklı alanlarda olması bir sorun teşkil etmiyor.
Sonuç: Kariyerinizde “Neden” Sorusunu Sormanızın Gücü
Hayat sizi farklı yönlere çekecek, farklı işlerde çalışacaksınız. Bu yolculukta, başarı ve başarısızlık algınız, kendinizi neyle tanımladığınıza bağlı olarak değişecektir.
Eğer kendinizi “Ne?” (unvanınız, şirketiniz, projeniz) ile tanımlarsanız, bunlar değiştiğinde hayal kırıklığı yaşama olasılığınız artar. Ancak sizi heyecanlandıran şeyin “Neden?” olduğunu bilir ve ona bağlı kalırsanız, yol boyunca yaşayacağınız her deneyim, zirveye ulaşamasanız bile, anlamlı bir serüvene dönüşür.