Perşembe, Ağustos 28, 2025
REKLAM ALANI
Google search engine
Ana SayfaGenelPaylaşmanın En Saf Hali | MUSTAFA BALKAYA | TEDxBahcesehirUniversity

Paylaşmanın En Saf Hali | MUSTAFA BALKAYA | TEDxBahcesehirUniversity

Paylaşmak denince aklımıza genellikle sevgi, mutluluk ve ilham verici hikayeler gelir. Ancak madalyonun bir de karanlık yüzü var: Paylaşamamak. Psikiyatrist Mustafa Balkaya, konuya bambaşka bir açıdan yaklaşarak, insanlık tarihinin en temel ve en kritik paylaşımının, yani anne-bebek arasındaki bağın eksikliğinin, hayatımızı nasıl derinden ve kalıcı bir şekilde etkilediğini bilimsel kanıtlarla gözler önüne seriyor.

Varlığın Kaygısı: Modern İnsan Neden Korkularını Uyuşturur?

İnsan türü, yani Homo Sapiens, 200.000 yıllık varoluşunun %95’ini doğaya karşı çaresiz bir mücadele içinde geçirdi. Hayatta kalma mücadelesi, varlığımızın on binlerce yılına damgasını vurdu. Bugün ise sıcak evlerimizde, güvenli şehirlerimizde yaşıyoruz ve artık vahşi hayvanlardan ya da doğa olaylarından korkmuyoruz.

Peki, bu modern konfor bizi daha mı huzurlu yaptı? Balkaya’ya göre, hayır. Artık temel hayatta kalma korkularımız olmadığı için, varoluştan kaynaklanan temel bir kaygıyı (anksiyete) uyuşturmak için yeni araçlar bulduk. Bunlar arasında televizyon dizileri, Survivor gibi programlar ve hatta modern dünyanın en büyük ideallerinden biri olan “aşk” arayışı bile var. Sanki hepimiz, bir zamanlar sahip olduğumuz ama kaybettiğimiz bir bütünlüğü, bir tamlık hissini arıyoruz.

En Güvenli Liman: Anne Karnından Doğum Travmasına

Bu kayıp bütünlük hissinin kökeni, aslında varoluşumuzun en başına dayanıyor. Hayal etmeye çalışalım: Anne karnı.

  • Orası tamamen sessizdir, tek duyulan annenin kalp atışlarıdır.
  • Sıcaklık ve güvenlik tamdır.
  • Tehlike veya korku diye bir kavram henüz yoktur.

Burası, hayatımız boyunca en sakin, en korkusuz ve en “tam” olduğumuz yerdir. Ancak her güzel şey gibi bu da sona erer ve doğum anı gelir. Doğum, o güvenli ve sakin ortamdan bir anda koparılıp, binlerce uyaranın (ses, ışık, dokunma) olduğu dünyaya atılmaktır. Ünlü psikanalist Otto Rank’ın da dediği gibi, doğum aslında bir travmadır ve hayattaki tüm korkuların ve kaygıların kökeni bu ana dayanır.

Paylaşımın Olmazsa Olmazı: Anne-Bebek Bağının Hayati Rolü

Doğumdan sonraki çaresizlik anında insan yavrusunu hayatta tutan tek bir şey vardır: Annesiyle kurduğu bağ. Bir zebra yavrusu doğduktan 5 dakika sonra ayağa kalkabilirken, bir insan bebeği tamamen savunmasız ve anne bakımına muhtaçtır. Bu mutlak çaresizlik anında, annenin sunduğu besleyici, sevgi dolu ve koruyucu paylaşım, hayatta kalmanın tek anahtarıdır.

Peki, bu kritik paylaşım yeterince iyi olmazsa ne olur? Annenin çeşitli sebeplerle (doğum sonrası depresyon, ekonomik zorluklar, kendi psikolojik sorunları vb.) bebeğiyle güvenli bir bağ kuramadığı durumlar ne yazık ki oldukça yaygındır. İşte bu noktada, paylaşamamanın trajik sonuçları ortaya çıkar.

Ruhun Yarası Bedeni Nasıl Etkiler? Bilimin Şaşırtıcı Bulguları

Annesiyle sağlam ve güvenli bir bağ kuramayan çocukların yetişkinlik hayatlarında ciddi sorunlar yaşadığı, bilimsel olarak kanıtlanmış bir gerçektir. Bu sorunlar sadece psikolojik değil, aynı zamanda fizyolojiktir.

Yetersiz anne sevgisinin uzun vadedeki sonuçları:

  • Psikolojik Sorunlar: Anksiyete, depresyon, yeme bozuklukları, kişilik bozuklukları ve intihar eğilimi.
  • Fizyolojik Hastalıklar: Kalp-damar hastalıkları, hipertansiyon, diyabet, obezite, beyin kanamasına ve kansere yatkınlık.

Modern bilim için ruh, beyindedir. Dolayısıyla ruhunuzdaki bir yara, aslında beyninizde ve tüm bedeninizde bir hasar yaratır. Yapılan hayvan deneyleri de bu bulguları desteklemektedir. Örneğin, annelerinden belirli sürelerle ayrılan farelerin damarlarının yeterince esnek olmadığı, hücrelerinde hasar oluştuğu ve yaşlanma belirtisi olan telomerlerinin (kromozomları koruyan uçlar) daha hızlı kısaldığı gözlemlenmiştir. Yani çocuklukta yaşanan psikolojik bir travma, ömür boyu sürecek biyolojik izler bırakır.

İyileşmenin Anahtarı: Aşk, Dostluk ve Sağlıklı İlişkiler

Bu tablo oldukça karamsar görünebilir. Sonuçta ailemizi seçemeyiz ve geçmişi değiştiremeyiz. Ancak iyi bir haber var: Çocukluk travmalarının yol açtığı hasarlar kalıcı olmak zorunda değil.

Bilimsel çalışmalar, hayatın ilerleyen dönemlerinde kurulan sağlıklı ve güçlü paylaşımların bu hasarları durdurabildiğini ve hatta geri çevirebildiğini gösteriyor. Aşk, sağlam dostluklar ve ait olunan bir gruba dahil olmak gibi patolojik olmayan, sağlıklı paylaşımlar, ruhun ve bedenin yaralarını sarmak için en etkili ilaçtır. Geçmişin yaralarını iyileştirmenin yolu, bugünün sağlıklı ve sevgi dolu paylaşımlarından geçiyor.

RELATED ARTICLES

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

- Advertisment -
Google search engine

Most Popular

Recent Comments