Gayrimenkul Liderleri

Varoluşsal Tatmin: Dünyayı Onararak Kendimizi Bulmak

Günümüz insanı, özellikle de gençler, “Dövüş Kulübü” filmindeki gibi bir iç sıkıntısı yaşıyor. Büyük savaşlar veya buhranlar görmemiş bir nesil olarak, kendimizi bir bekleme sırasında gibi hissediyoruz. Sıranın nereye gittiğini bilmeden ilerliyor, anlamlandıramıyor ve yabancılaşıyoruz. Ekolojik aktivist ve çoban Durukan Dudu, bu varoluşsal sıkıntıdan çıkışın ve gerçek tatminin, gezegeni onarmaktan geçtiğini anlatıyor.

Bilinçli Karamsarlık: Ekolojik Krizin Ağırlığı

Bu iç sıkıntısının temelinde somut ve ezici gerçekler yatıyor. Ekolojik, ekonomik ve toplumsal krizler, geleceğe dair umutları tüketiyor. Özellikle ekoloji konusunda rakamları bilen biri için karamsar olmamak imkansız.

Umut Işığı: Bütüncül Yönetim ve Onarıcı Tarım

Dudu, bu karamsarlık içindeyken İsveç’te “bütüncül yönetim” (holistic management) adında bir yaklaşımla tanışır. Bu yaklaşımın iddiası, başta inanması güç kadar güzeldir:

Çok bereketli, verimli ve ekonomik olarak güçlü bir tarım yaparken, aynı anda dünyayı, ekosistemi ve doğayı onarmak mümkündür.

Bu, son iki yüzyılın en önemli iddiasıdır. Çünkü tarım, bugüne dek doğadaki en büyük tahrip aracımız olmuştu. Toprakları yok eden, suları kirleten bir faaliyetken, şimdi bir “onarım” aracına dönüşebileceği fikri devrimseldir. Dudu, bu iddiayı iki fotoğrafla özetliyor: Biri ölümü ve çölleşmeyi simgelerken, diğeri yaşamı, bereketi ve yeşili simgeliyor.

Tarihin En Şanslı Kuşağı: Fırsatlar ve Tatmin

Dudu, tüm karamsarlığa rağmen tam tersi bir iddiada bulunuyor: Bizler, insanlık tarihinin en şanslı kuşağıyız. Neden mi? Çünkü tarihin hiçbir döneminde;

hiç bu kadar birbiriyle örtüşmemişti. Hollywood filmlerindeki gibi, gezegen her birimize “Sen seçilmiş kişisin, kader senin ellerinde,” diye fısıldıyor.

Fikirden Harekete: Anadolu Meraları’nın Doğuşu

Bu fikirden ilham alan Dudu, Türkiye’ye döner ve tarımın “t”sinden bile anlamazken, birkaç arkadaşıyla birlikte “Anadolu Meraları”nı kurar. Başta her şey çok zordur. Katıldığı bir konferansta, tecrübeli çiftçiler ona şu öğüdü verir: “Toprak işin kolay kısmı. Asıl mesele insan. Önce kendini, ön yargılarını çözmelisin.”

Bu öğüdün ne kadar doğru olduğunu yaşayarak anlarlar. Hiçbir şeyleri olmadan, sadece birbirlerine ve fikirlerine inanarak yola çıkarlar. Uygulama arazilerinde hayvanlarla bütüncül yönetim uygulayarak, toprağın organik maddesini ve verimini artırmayı hedeflerler. Bu hedefin anlamı şudur:

Eğer herkes bu yöntemi uygularsa, bugün doğan bir bebek onun yaşına geldiğinde, iklim değişikliği sadece bir tarih kitabı konusu olur. Atmosferdeki karbon oranı, sanayi devrimi öncesi seviyelere, yani 280 ppm’e düşer.

Çağrı: Yaşadığını Hisset!

Gıda üretimi, özellikle de onarıcı gıda üretimi, artık sadece birilerinin yapması gereken bir iş değil; gezegenin en parlak beyinlerinin üstlenmesi gereken en kritik görevdir. Bu, “Yüzüklerin Efendisi”ndeki gibi epik bir serüvene çağrıdır ve bu serüvende herkese ihtiyaç vardır: sanatçılara, akademisyenlere, şirketlere, bireylere…

Dudu, konuşmasını Howard Thurman’ın şu sözleriyle bitiriyor: “Dünyanın neye ihtiyaç duyduğunu düşünüp onu yapmaya çalışmayın. Sizi yaşam enerjisi ile dolduran, yaşadığınızı hissettiren şeyi yapın. Çünkü dünyanın esas ihtiyacı, yaşadığının farkında olan, yaşam enerjisi dolu insanlardır.”

Exit mobile version