Pazar, Ekim 19, 2025
REKLAM ALANI
Google search engine
Ana SayfaGenelYaşam Hakkı: Herkesin Sevmeye ve Var Olmaya Hakkı Olduğunu Anlamak

Yaşam Hakkı: Herkesin Sevmeye ve Var Olmaya Hakkı Olduğunu Anlamak

Toplum olarak en derin kaygılarımızdan biri, genellikle görmezden gelmeyi tercih ettiğimiz ama aslında hepimizi derinden etkileyen bir konu: LGBTİ bireylerin yaşam hakkı ve maruz kaldıkları ayrımcılık. Prof. Dr. Sevil Atasoy, bu önemli konuyu sadece bir hak meselesi olarak değil, bir insanlık durumu olarak ele alıyor ve hepimizi bu konuda düşünmeye ve harekete geçmeye davet ediyor.

Korku, Nefret ve Şiddet Sarmalı

LGBTİ bireylerin yaşadığı en büyük zorluklardan biri, sürekli bir tehdit ve şiddet riski altında olmalarıdır. Ancak bu sarmal, sadece tehdidin kendisinden ibaret değildir.

  • Sessizlik Duvarı: Şiddet veya ölüm tehdidi alan bir LGBTİ birey, polisten de şiddet göreceği korkusuyla şikayette bulunamaz. Bu durum, onları tamamen korumasız bırakır.
  • Tanıkların Korkusu: Cinayet veya saldırı durumlarında tanıklar, genellikle kurbanın yakınları olduğu için damgalanmaktan ve intikamdan korkarak ifade vermekten çekinir.
  • Kişisel Hikayelerdeki Ağırlık: Atasoy, bir yakınının kendisine başka bir erkeğe aşık olduğunu itiraf ettiği anı paylaşarak, bir insanın en temel duygusunu en yakınlarıyla bile paylaşamamasının ne kadar acı verici olduğunu vurguluyor. Bu, eşcinsel bir bireyin gündelik hayatta yaşadığı görünmez yükü gözler önüne seriyor.

Türkiye’nin Çelişkili Tablosu: Hoşgörüsüzlük ve Hukuki İlerlemeler

Türkiye’nin LGBTİ hakları konusundaki durumu, oldukça çelişkili bir manzara sunmaktadır. Bir yanda toplumsal hoşgörüsüzlük, diğer yanda ise önemli hukuki kazanımlar yer alıyor.

BBC’nin yaptığı bir araştırmada sorulan “Eşcinsel komşu ister misiniz?” sorusuna Türkiye’de her 7 kişiden 6’sının “Hayır” demesi, toplumsal ön yargının ne kadar derin olduğunu gösteriyor. Bu sonuç, Türkiye’yi Zimbabve, Gana, Uganda gibi ülkelerle aynı “hoşgörüsüz” kategoriye sokuyor.

Ancak madalyonun diğer yüzü var:

  • Tarihi Adım: Türkiye, Osmanlı döneminde, 157 yıl önce Abdülmecid zamanında eşcinselliği suç olmaktan çıkarmıştır.
  • Anayasa Mahkemesi Kararı: “Sapkın” gibi ifadelerin bir nefret söylemi ve anayasaya aykırı olduğuna karar vermiştir.
  • Danıştay Kararı: Eşcinsel bir öğretmenin işten atılmasını hukuka aykırı bulmuştur.
  • Yargı Kararları: Nefret cinayetlerinde babaya ağırlaştırılmış müebbet gibi caydırıcı cezalar verilmiştir.

Bu nedenle Atasoy, Türkiye’nin, eşcinselliğin zorla evlendirme veya ölümle cezalandırıldığı ülkelerle aynı kefeye konulmasını kabul etmediğini güçlü bir şekilde ifade ediyor.

Yasalardan Zihniyete: Mücadelenin Gerçek Arenası

Yasaların varlığı önemli olsa da, asıl mücadelenin zihinlerde verilmesi gerekiyor. Çünkü yasalara rağmen LGBTİ bireyler; iş yerinde, okulda, hastanede, kısacası hayatın her alanında ayrımcılığa ve nefret söylemine maruz kalıyor. Bu durumun sonuçları ise oldukça ağır:

  • Depresyon ve anksiyete
  • Alkol ve madde kullanımında artış
  • İşsizlik ve yoksulluk
  • Ve en acısı, intihar veya cinayet

Türkiye, son yedi yılda Avrupa’da en çok trans cinayetinin işlendiği ülke konumunda. Bu, sorunun sadece yasal düzenlemelerle çözülemeyeceğini, yüzyıllardır süregelen korku ve ön yargıların kırılması gerektiğini gösteriyor.

Bilimin Işığında Cinsel Yönelim: Bir Tercih Değil, Bir Çeşitlilik

“Eşcinsellik doğaya aykırı” argümanı, bilimsel gerçekler karşısında geçerliliğini yitiriyor. Bilim bize şunları söylüyor:

  • Doğada kuştan balığa, 500’den fazla türde eşcinsel davranış gözlemlenmiştir.
  • Erkek eşcinselliğini etkileyen genetik bölgeler (özellikle X kromozomu üzerinde) tespit edilmiştir.
  • Epigenetik faktörler, yani dış etkenlerin DNA üzerinde yarattığı moleküler değişiklikler, daha anne karnındayken cinsel yönelimi etkilemektedir.

Buradaki en kritik nokta şudur: Cinsel yönelim ne tercih edilebilir, ne özendirilebilir, ne öğretilebilir, ne de seçilebilir. Bu, insanın kontrolü dışında, biyolojik bir çeşitliliktir.

Sonuç olarak, bu mücadele sadece LGBTİ bireylerin mücadelesi değildir. Tıpkı çocuk istismarı veya kadın cinayetleri gibi, bu da tüm toplumun ortak sorunudur. Hepimize düşen görev, çevremizdeki insanlara cinsel yönelimin bir hastalık veya günah olmadığını, doğanın bir parçası olduğunu anlatmaktır. Çünkü her insan, onuruyla yaşama ve dilediği kişiyi sevme hakkına sahiptir.

RELATED ARTICLES

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

- Advertisment -
Google search engine

Most Popular

Recent Comments