Çoğumuz başarıya giden yolları anlatan kitaplar okur, konuşmalar dinleriz. Peki ya başarısızlığın o kadar da korkutucu olmadığını, hatta özgürleştirici olabileceğini hiç düşündünüz mü? Dilek Ergül, bize hikayeyi tersten anlatıyor ve “başarısız olmaktan nasıl keyif alınır?” sorusunun cevabını kendi hayat deneyimiyle veriyor.
Çocukluk Hayalinden Okyanusa: Bir Maceranın Başlangıcı
Dilek Ergül’ün hikayesi 8 yaşında annesine “Ben Atlantik Okyanusu’na gideceğim” demesiyle başlıyor. Yıllar sonra, 44 yaşında, 26 yıllık çalışma hayatının ardından bu hayali gerçekleştirmek için radikal bir karar alıyor. Oğlu büyümüş, sorumlulukları azalmıştı ve artık hayalinin peşinden gitme zamanı gelmişti: Bir yelkenli tekneyle tek başına Atlantik Okyanusu’nu geçmek.
Bu karar anında ne cebinde yeterli parası ne de bir teknesi vardı. Ancak inancıyla bu işi kotarabileceğini biliyordu. 9 metrelik teknesi “Simina”yı alıp hazırlamaya başladı. Bu süreç hiç de kolay değildi:
- Üç Yıl Süren Hazırlık: Ailece tüm maddi ve manevi varlıklarını bu projeye adadılar.
- Fiziksel Zorluklar: Hafta sonları dinlenmek yerine teknenin bakımını yapıyor, pastacila ve zehirli boya gibi zorlu işlerle uğraşıyorlardı.
- Sosyal Sorumluluk: Ergül, bu yolculuğu sadece kişisel bir hayal olmaktan çıkarıp bir sosyal sorumluluk projesine dönüştürmeye karar verdi. Türkiye’de okuyamayan kız çocukları için Darüşşafaka ile iş birliği yaparak bir yardım kampanyası başlattı.
Başarısızlık Anı ve “İnsanlar Ne Der?” Engeli
Her şey hazırdı. İş, tekne ve sosyal sorumluluk projesi bir arada yürüyordu. Ergül, hayaline doğru yola çıkıp Atlantik Okyanusu’nun ortasına ulaştığında beklenmedik bir kaza yaşadı. Neye çarptığını bilmediği bir cisim yüzünden teknesi “Simina”yı terk etmek zorunda kaldı ve bir kargo gemisi tarafından kurtarıldı.
Hayalinin sonu, toplumun gözünde tam bir başarısızlıktı. Türkiye’ye döndüğünde onu bekleyen en büyük zorluk, insanların yargılarıydı.
- İlk Tepki: Kızgınlık: Yıllarını, tüm birikimini adadığı bir hayalin ardından “Başaramadın” denmesi inanılmaz ağır gelmişti.
- İnandırma Süreci: Çevresindeki insanlar, onun başarısız ve hatta suçlu olduğuna inanması için bir baskı oluşturdu.
- En Büyük Korku: Ergül, bu süreçte birçok gencin en büyük korkusunun “Ya başaramazsam insanlar ne der?” olduğunu fark etti. Bu korku, insanların hayallerinin peşinden gitmesini engelliyordu.
Başarısızlığın Özgürleştirici Gücü
İşte tam bu noktada hikayenin en can alıcı kısmı başlıyor. Ergül’e göre, başarısız olmak dünyanın en zevkli kısımlarından biridir. Çünkü başarısız olduktan sonra tekrar ayağa kalktığınızda, size hiçbir üniversitenin, şirketin veya paranın veremeyeceği büyük bir özgürlük yaşarsınız.
Ona göre asıl odaklanmamız gerekenler şunlardır:
- Kendi Okyanusunu Bul: Hayaller illa büyük rekorlar kırmak zorunda değil. Bir limon ağacı dikmek veya başka insanların hayallerine kapı açmak da bir okyanustur.
- Başarı ve Başarısızlık Birer Araçtır: Hayatta başarı da başarısızlık da vardır. İkisinden de keyif aldığınız bir denge kurmak önemlidir. Başarılı olunca daha çok sevilen bir evlat olmayacağınız gibi, başarısız olunca da aileniz size kapıları kapatmaz.
- Korkuyu Büyüten Sizsiniz: Başarıyı da başarısızlığı da gözünde büyüten aslında sadece kendimiziz. Korkacak hiçbir şey yok.
Dilek Ergül, bu “başarısız” yolculuktan geriye kalanlarla gurur duyuyor: Harika anılar, iki kız çocuğunun 10 yıllık eğitim masrafının toplanması ve paha biçilmez dostluklar. O, sistemin dayattığı ev, araba, pahalı elbiseler gibi kalıpların dışında durmayı seçiyor ve kazandığı her deneyimi ihtiyacı olanlarla paylaşmak istiyor.
Peki, şimdi siz kendinize sorun: Yaşamınızın neresindesiniz?